“BAKSANA! Bİ’ŞEY DİCEM…

“Ne ağlarsın benim zülfü siyahım? Bu da gelir bu da geçer ağlama…”

İçimi dökmek, sana veda etmek için mektup yazmaya karar vermiştim epeydir. Yalnızlığın getirisi sanırım, bir ses istiyor insan evde. Öylesine açık televizyondaki filmin müziği… “Duvara Karşı” Kesin izlemişsindir, bilirim.

Türkiyeli bir Almanya doğumlu genç kadının öyküsü. Önceden de izlemiştim. İlk karelerden biri aile baskısından kızın bileklerini kesmesi. Bir müşahide odası, hastane koridorları… Nasıl da buz gibiydi, anımsıyorum. O ruhsuz koridorlarda arkandan gözden kaybolmanı izlemiştim. Kızın adı ne dersin? Ahh kuzucuğum, evet adaşın o da.

Ortadoğululuk, Türkiyelilik her yerde yapışıyor yakamıza. En çözümsüzlüğü çözüm diye sunuyor insana, kadına… Filmin esas kızı da çareyi hastanedeki bir adamda buluyor. Türkiyeli diye olmayacak bir adama, sırf millet sussun diye razı oluyor.

Şansın da böylesi değil mi? Onca şey varken bu satırları yazmaya çalıştığım sırada karşıma çıkan filme bak. Kim bilir belki de film biraz dışarıdan bakabilmeme sebep olur, bilemiyorum…

Üşürdün sen, yüreğin de üşürdü. O akşam da araya sıkıştırdığımız aslında zorlamanlaydı biraz da, 15 dakikalık görüşmemizin sonuna doğru titriyordun. “Mommy ben üşüdüm! Üstüm de ince…” demiştin. Kışçı kızım üşürdü, korkardı, ağlardı, yüreği kolay incinirdi. Kışçılar hani daha dayanıklı olurlardı kuzum? Benimle dalga geçerken öyle derdin: “Mommy ben kışçıyım…”

15 dakika ne uzunmuş, ne de kısa. Yokluğundan sonra bana kalan tek şey o 15 dakika. Her saniyesi, her söylenen, söylenmeyen sözcüğüyle zibilyonuncu kez beynimde dönüp duran, gizli bir vedanın filmi. “Zibilyon” senin pelesengindi. Senden bana yadigar.

Olur olmaz yerlerde kullanır oldum. Zibilyon kere yokluğun canımı acıtıyor. Zibilyon kere gecenin bir yarısı telefon çalsa irkiliyorum, irkileceğim. En ummadığım saatte geceyi ve yalnızlığı bölen Whatsapp’tan bildirim sesi gelse sen sanmam gibi… Uyku tutmamıştır. Yine bir şeye kafan takılmıştır. Sınavın vardır da ders çalışmış ve yatmadan çeneleşmek istemiştir canın. Bahanemiz ne de boldu küçük hanımcığım.

Sibel deyince en çok aklımda kalan nedir biliyor musun yavrum? “Baksana! Bi’şey dicem!” Bu bende bir panik cümlesiydi. İncinmiş, öfkeli, korkmuş, kafası karışık, yaralı… Onunla başladığım hiçbir telefon konuşmamız rutin, günlük, neşe, umut, mutluluk belirtisi içeren, bunları yaşadığını hissettiren konuşmalar olmazdı. Genelde kısa, ruhsuz ve yavan tonda geçer konuşmalar.

Elimin kolumun bağlı kaldığı anlardı. Çaresiz, zayıf, yetersiz hissettirirdi. Kuzum mutsuz! Benimse elimden bir şey gelmediği anlar. Alarm çanlarının çaldığı zaman dilimleri başlardı. Ketumdun. Anlatmazdın da. Günler sonra dökülürdün ancak. Ben yine teyakkuza geçer, sık sık ya moral vermeye ya da bin takla atıp şaklabanlıklarıma başlar, çözülmeni bağlamaya çalışırdım. Kafan dağılsın, her neyse sebebi kolayca aramıza dönmen içindi süreci hızlandırma arayışlarım.

Aşk acısı olurdu, gerçi ‘aşkımsı’ derdik aramızda, gülüşürdük ardından. Kafan dağılsın diye aşık olurdun. Okul, dersler, ev, iş, bazen ben, hayat üzerine ne gelirse mola alma tarzındı aşık olmak. İlk zamanlar ne çok sorardım gelin mi geldi damat mı diye. Kızın biseksüel. “Mommy sen gelinlik de al, damatlığı da hazır tut.” Temkinli olmam için tembihlerdin, cadı kızım… Sonraları ilk olarak ismini sormayı öğrendim yeni aşkımsılarının.

Evet farkındayım. Ağlama durağına dönüyor mektubum. Söylendiğini duyar gibiyim. İki satır da laf ettirmezdin hoşuna gitmezse, unutmadım.

Daha iyiye gidiyorum. Toparlamaya çalışıyorum, elbet daha iyi günlerim de olacak. ‘Asma suratını.’ Hadi biraz gıybet yapalım öyleyse. Sensiz neler olup bitiyor onlardan laflayalım.

Havalar hala soğuk! Çok gerekmedikçe çıkmıyorum, serde yazcılık var bildiğin gibi. Aslında biraz da kaçış sanki. Yerli yersiz sorulardan yoruldum. “Niye, neden, fark etmedin mi, edemediniz mi?” O dillerine getirmeseler de “İlgisiz mi kaldı acaba?” cümlelerini okuyorum bakışlarında.

Herkese tek tek “Tek bir nedeni yoktu, bir sürü şey vardı, ne tetikledi bilemiyorum. Bilmemiz de mümkün değil” demekten de yoruldum.

Nedeni mi soruyorsunuz? Doğuştan epilepsiydi, ailesi onun için dar bir dünyaydı, dünya ona yaşam şansı vermedi. İnsandı, aşk acısı da çekiyordu, ailede de kalıtsal mental sorunlar vardır. Öğrenciydi, bursla yaşamaya çalışıyordu. Hepimiz gibi arada parasız kaldığı da oluyordu. En büyük ablası da uzun yıllar önce intihar etmiştir, zor çocukluk geçirmiş. Dünya kötü, insanlar kötü, ilgisizliğiniz, iki yüzlülüğünüz, sen, ben, hepimiz sebebiz. Beğendiğini diyebilmek, desen de anlamayacağını hissetmek, üstüne üstlük yorgunluk, bezginlik…

Öyle işte kuzum. Mamişkonu da çıldırtan insanlar oldu arada. Sahte yüzler, samimiyetsiz tavırlar, dostlar taziyede görsün halleri. İçlerinde seni ve beni gerçekten seven insanların varlığını görmek iyi geldi ama. Kız senin okul arkadaşların da varmış. Taziye evinde gördüm. Kimi ‘yakındık’ dedi. Amfide karşılaşırdık diyenleri de vardı içlerinde. Arkadaşların varmış yani.

2 ay oluyor. Yokluğunun üzerinden geçen süre. Oysa seneler, asırlar geçmiş gibi. “Kalbin saatiyle saatin süresi aynı değilmiş.” Ne doğru bir söz! Nereden aklımda kalmış, kitap mı yoksa köşe yazısı mı? Anımsayamadığım isim kimse özürlerimle… “Takvim yaprağıyla yokluğun takvimi aynı değilmiş” Bu da benim tarifim olsun. Sensizliği tanımlarken…

Anneni arayamadım. Hayırsızlığımdan değil, biliyorsun birbirimize seni hatırlatacağız. Yaralarımız henüz çok taze, biraz kabuk bağlasın diye bekliyorumdur kimbilir? Ya da hani ortaktık. Bir bayram günü yemeğe davet etmiştiniz. Bense anneni ilk gördüğümde ‘Kızının anneliğine beni de ortak ediyor musun?’ diye sormuştum. ‘Bak koruyamadın kızımı’ demesinden korkuyorum. Acılı gözlerine bakmaktan en çok da! Abilerinle yazıştım birkaç kere. Ablanla telefonda konuştum, zordu. İkimizin de sesi çatladı, uzun nefes duraksamaları yaşandı.

Kızçem… Hayat halen çekilmez, hatta daha da zor. Kimsede ağız tadı yok. Yakın zamanda da savaşa sokulduk ya da adına her ne denirse. Yüreğin incinirdi yine. Sen diline de hakim olamazdın. Konuşur, yazardın. Neyse ki artık başının belaya girme riski yok. Sivri dilli kıvırcığım benim!

Önümüz 8 Mart! Bir yanım eksik kalacak. Gerçi seni sakınmaktan dikkatim dağılıyordu ama olsundu. Anne-kız alanın tadı başka oluyordu değil mi? Yine ‘gelme’ diyecektim de kime diyecektim ki? Ya orada ‘ceee’ yapardın, olmadı öğlen saatinde başlardın telefonla tacize… “Mommy kaçta buluşacağız, nerede buluşacağız?”

Üşüyor musun? Yüreğin üşüyor mu halen? Neyse ki artık kimsenin seni incitemeyeceği yerdesin. Ağrın, sancın, gücenikliklerin bitti mi kızçem? Gittiğin yer güzel mi? Hiç tüyo da vermiyorsun…

Rüyalarıma girmedin hiç! O gece hariç… 30 saate yakın uykusuzluktandı sanırım, oturduğum yerde 2-3 fakika gözüm dalmıştı. Birden sesini duydum… “Mommy mommy! Bak! Denizkızı oldum.” Sesin nasıl da canlı, neşeliydi… Yüzünü göstermedin. Nedendir hep düşünürüm. Olsun, sesin çok canlı ve mutluydu.

2 Ocak’tan beri ben artık denizkızı annesiyim. Denizle bütünleştinse, deniz ve kızı birleşik artık benim için. Denizkızı! Çokça incinmiş, hırpalanmış, son gördüğümde “üşüdüm” diyen kızım artık bir denizkızı.

Yok kuzum… Sana dargın değilim. Hiç kızgın olmadım. Çokça özlüyorum, evet! Olsun, artık incitilemeyeceğini biliyorum. Bilinir mi, gittiğin yerde belki de hiç olmadığın kadar mutlusundur…

Çok mutlu ettin! Yüreğimi ısıttın, bazen kanatsan da… Hayatıma dokunan bir kelebektin. Kelebekler gibi kısacık kaldın hayatta, hayatımda… Dilerim ki ben az da olsa mutlu olmana sebeptim. Anlık da olsa huzur bulabileceğin yürek oldum. Senden sonra sanırım Melike idi adı… “Seninle çok mutluydu, seni ne kadar sevdiğini anlatamam” demişti. Öyle miydi bilinmez fakat o acı anlarımda nasıl da iyi gelmişti. Bir nebze yaramı hafifletmişti.

Ben varlığının her anından çok mutluydum, hem de çok… Hele de benim haberim olmasa da bana son kez sarılma şansı verdiğin için nasıl teşekkür ederim bilemiyorum.

Şu dünyadan giderken en son beni gördü diye kendimi teselli ediyorum. Son kez görme ve sarılma şansı verdin diye sevildiğimi hissediyorum. O 15 dakika hayatımın en büyük hediyesi. Senden sonra sensizlikten geride kalan 15 dakika…

Hey denizci! Denizkızı gerçek! En güzelleri de benim kızım. Kıvır kıvır saçlı, iri kara gözlü, beyaz tenli bir güzelliğe rastlarsan ona iyi davran… Çok sev! Gerçi başlarda yabanidir, kolay açmaz kalbini… Kazanmayı başarırsan şebektir, kendi sokulur kedi gibi. Kedileri, şiiri, edebiyatı, sevmeyi, saklasa da sevilmeyi çok sever.

Sevmeyi çok sever, kocaman kalbiyle yeryüzüne fazla geldi. Yaşamak için belki de ‘kalp’ gereksiz bir organdır. O koca kalbin dünyaya fazla geldiği kesin. “Hey Sibel! Baksana! Bi’şey diycem…” Güle güle güzel çocuk, güle güle. Bu veda değil, en iyi sen bilirsin… Bir mola! Olduğun yerde yollarımız kesişene