“ARAFTA GİBİYİM…”

Sokağın bir sesi, öyküsü, hikayesi vardır. Görünmez, görmediğimiz, görmemeyi tercih ettiğimiz gizemleriyle örülü, gizemler deryasıdır sokaklar… 

Her bir yanı ayrı hikayelerle örülüdür sokakların. Öyle veya böyle, bir şekilde sokağa, sokakta görünmezliğe itilen, ‘tercihe’ zorlanan insanları, ne kadar tanır, sesleri işitirsek; bir yandan da hayatın gizemini, adalet terazisindeki dengesizliğe meylini de görürüz…  

Belki, sesini dinlersek sokak/lar, çirkin yüzüyle tüm hayatı anlatır… Çirkinliği, biz insan eliyle de desteklenen, güçlünün hayatta kaldığı, hayatta kalmak için ise bazı insanları sefalete, suça, ölüme, yok sayılmaya ittiğimiz, ‘hiç’leştirdiğimiz gerçeğidir…

Size, o insanlardan birinin sesini taşımak istiyorum. Ben de kendisini tam olarak evsizlik sürecinden hatırlamıyorum. Çünkü hem sayısal fazlalığı, hem mevsimsel göçerlikleri, zaman zamansa yitirdiklerimiz sebebiyle…. Arada sokaktan kurtulanlarda olmuyor değil, sayıları az da olsa…Oysa, o dönemlerde, çorba ikram etmişim. İçinin bir nebze olsun ısınmasına vesile olmuşum belki de… Daha sonraları, Hayata Sarıl Derneği/Lokantası’nda kesişti yollarımız. İzninizle, tanımaktan keyif aldığım, sizlerin de tanımasını istediğim, Serkan’ın öyküsüyle devam edelim mi? Size, kendisini anlatırken, ben de hayatının öyküsünü öğrenmiş olacağım, bu sayede de.

  • Öncelikle hoş geldin. Sana, Serkan’ı anlat desem ne dersin?

1980 Kayseri doğumlu, ailesi olmayan biridir Serkan. Üç çocuklu bir ailenin, ortanca çocuğuyum. Küçük yaşta babasını, sonra abisini, daha sonra da annesini kaybetmiş, sadece 1 kız kardeşi olan biri.

Ben sekiz yaşındayken, 1988’de babamı kaybettim. Abimi 2003 yılında, daha sonra da 2007’de annemi kaybettim. Kız kardeşim de evlendi. Bir nevi, hayatta yalnızım yani…

Bir Çocuğun Sokağı Tanıması

  – Tanıdığım Serkan, yakın geçmişine kadar evsizlik deneyimini yaşamıştı. Bundan bahseder misin? Sokaktaki ilk geceni de merak ediyorum?

Yaklaşık olarak aralıklarla 16 yılı kesintisiz, 2-3 yılı da aralıklarla, 19 yılı bulur. Sokak yaşamı deneyimimin ilk başlangıcı 15 yaşında, Ankara’ya kaçmamla başladı. Anıtkabir’i görmek istemiştim.

En azından, çocuklukta en uzun sokakta kalma dönemim, 15 yaşındaydı demek lazım. Kayseri’de doğduğum ve büyüdüğüm mahalle, Tarlabaşı’nın (Beyoğlu/İstanbul) görece ‘daha eski hali’ ve misliyle fazlası gibiydi de…

Yoksulluğun ve suçun iç içe geçtiği, tutunmanın zor, öte yandan da arkadaşlarının öz geçmişleri de aynı olunca, birbirini etkileme, etkilenmenin ağır bastığı, hayatın gerçek yüzünün hüküm sürdüğü mahallelerden birisiydi…

 – İlk gecen nasıl geçti? 15 yaşında bir çocuk sokakta nasıl yaşadı, hele de ilk kez gittiği Ankara’da?

Kış günüydü… Çankaya’da bir parkta konakladım. O zamanki Serkan, korkmadı aslında sokakta kalmaktan. 15-20 gün parkta, duraklarda konakladım… Mahallemizin muhtarı, kayıp ilanı çıkartmıştı. Polisler yakaladılar. Sonra aileme teslim edilmek için geri gönderildim Kayseri’ye. Yakalanmasam eve dönmeyi düşünmezdim. Evde şiddet var, huzursuzluk var, mutsuzsun… Ait hissetmiyorsun, hissettirilmiyorsun… Polis yakalamasa; kalabildiğim kadar kalırdım…

  – Ankara dönüşünde ne oldu? Ailenin tepkisi nasıldı?

Bir anam vardı. Görünce; ”Eve gidelim, seni sopa manyağı yapacağım” dedi. Eve gidince söylediğini unuttu… Şu an düşününce bile; ”Anama bunu nasıl yaşattım” diye pişman olurum. Çocukluktu, cahillikti biraz da…Kıyamadı sanırım da sözünü tutamadı.

  • Sende, ipler orada mı koptu? Sokağı deneyimleyince, sokak daha mı cazip geldi, ne oldu?

Şöyle bi’şey var. Annem sinir hastasıydı. Düzenli ilaç kullanıyordu. Krizi başlayınca, abim de suç işlese, kardeşim de suç işlese; dayağı ben yiyordum… Her olayda, ben kendimi öne atıyordum ki; abim ya da kardeşim dayak yemesin diye. Günah keçisi bendim. Gerçi kızamıyorum anneme.  Sinir krizi sonucu böyleydi. Yanlış anlaşılmasın; annem kötü bir insan değildi… Sadece hastalığı sebepti.

Aslına bakarsan, ‘biraz da dayağı ben hak ediyordum sanırım.’ 8 yaşındayken, babamı kaybetmiştik. Ailenin geri kalanları bir fotoğraf çektiriyorduk. Annem orada, bir kriz geçirmişti. Dişleri falan kitlendi. O anda anneme bir şey olacak diye çok korkmuştum. O korku hiç gitmedi. Ne zaman işe yerleştirseler; işten kaçar, annemi seyrederdim. Ya bir şey olursa diye… O sebeple çok işte tutunamadım. Herkes de beni ‘haylaz ve işte barınamız’ sanıyordu.

  • Peki, sen gerçekten çalışmaz mıydın, insanlar mı yanlış düşünüyordu?

Onlar anlamıyorlardı! Sormak, konuşmak, anlamak yerine; yaftalamayı seçtiler… İnsanların hep ve en kolay yaptığı şey; “direkt yaftalamak…” Memleketimin, Kayseri’nin insanı böyledir. Biraz bağnaz, yobaz. Sevmedim, sevemedim Kayseri’yi. Benim ‘içimde kopan fırtına’ farklıydı, onların ise düşünce ve anlayış yapıları…

15 yaşından beri, kendimi anlat(ama)ma derdindeyim. Ben, ayak oyunları bilmeyen, çıkarları için değişmeyen, onların adlandırdığı ya da bildiği Serkan değilim aslında… Anlatamadım ve/veya anlamadılar…

  • Hadi, 15 yaşına dönelim mi? Kendini ifade edemeyen Serkan, bana kendini anlatır mı? O zaman söyleyemediklerini, şu an bana söyler misin?

Yukarıda da söyleyip, tarif de etmiştim, nasıl bir mahalleye/mahallede doğduğumu. O mahallede temiz kalmaya, suça bulaşmamaya, iyi bir insan olarak kalmaya çalıştım. Çok küçük yaşlarımdan hatırlarım. Babam, annemi döverdi. Daha o yaşlarda ”kurban olduğum Allah’ım, boyumu uzat ki; babama karşı koyayım” diye dua ederdim… Kadına şiddet, benim kaldırabileceğim bir şey değildi mesela. Hâlen de öyle.

Kendimden ve iyi olmaktan ödün vermemeye çalıştım. Bu sebeple, yaşı küçük bir arkadaşımın yerine, suçunu üstlenip, cezaevine bile girdim. Küçük olduğum için, Islah Evi deniyordu. Ben, yalan söylemeden doğruların peşinde yaşamaya çalıştım. Yalan yalanı doğuruyor! Kafanda yalanı ne kadar toparlamaya çalışsan da toparlayamıyorsun. Ne kadar kötülükten uzaklaşamaya çalıştıysam, arkadaş çevresi sayesinde çok başardığım söylenemez. O sebeple, oraları bırakmam, oradan uzaklaşmak lazımdı.  İlerleyen zamanlarda, öyle de yaptım.

  • 15 yaşına çok şey sığdıran Serkan, ilk cezaevi gecesini de anlatır mı? Ne kadar kaldın orada?

Bir ay kadar kaldım, çocuk koğuşunda. İlk gece, oldukça zorlu, yıpratıcıydı… Kayseri’deydi cezaevi. Herkes, çocuk ama kabadayı. Çete gibiydiler…Hele de yeniysen ve ilk gecen ise… Tek başınasın! Kimsen yok, bir şey de yapamıyorsun… Banyoya girerdik, tasla suyu yapıştırırlardı göğsümüze. Su yakardı resmen! Üstelik benim omzumdan, kolum da kırıktı. Kolumu yerinden söktüler… Neyse ki çabuk kaynadı. Sol kolum kısadır… Cezaevinin kapısından çıktıktan sonra, kaçasın, koşar adım hızlanasın gelir… Geri yakalayacaklarmış; ”bir hata oldu” diyeceklermiş gibi…

  • Tabiri caizse, kapısından kaçarak uzaklaştığın cezaevi sonrası hayatın nasıl oldu? İlk ve son deneyimin olmuştur umarım.

Hayır, son değildi. Cezaevi sonrası daha da zordu. Hangi işe girsem barınamadım da. Ustaların neyse de kalfaların şiddeti, dayıvâri tavırları, aşağılamaları iyice katlanılmaz kıldı… Şansıma şiddete meyilli ve adi olanları denk düştü. “Şamar oğlanı”na çevirmek istediler… Belgem olmasa da oto boya ustasıyım. O iş çevresi, insanların tavrı yüzünden soğudum. Yapmadım o işi. Serkan’a, hayat çocukluğundan beri, zor yanını, ters yüzünü gösterdi…

  • Serkan için, sokaklar mı daha zordu, eve dönüş müydü? Mesela, eve döndüğünde;” Serkan, derdin nedir? Niye sokakları tercih ediyorsun” diye sorarlar mıydı?

Eve dönüş daha zordu! Günlerce, aylarca yoksun. Sana gösterecekleri tepki, yüzde yüz dayak oluyordu… Abim bir taraftan, annem öte taraftan. Evde bulamadığım şey; huzurdu… Sokakta huzur var. Kimse, sana ne yapacağını, yapmayacağını, söylemiyor. Bir yandan da ‘özgürlük’ var. Bedelini sorma! Oldukça ağır aslında…

  • “Sokaktaki huzurun, özgürlüğün” bedeli ne? Sokağa mecbur kalan, ‘sokağı tercih eden’ bir insan, ne bedeller öder? İlk gece neler yaşar?

İlk tanıdığın soğuğudur… Kimsesizlik, yalnızlık… Bilinmezlik, belirsizlik hep korkutur. Sokakta da belirsizlik var, bu anlamda fark yok gibi. Tekinsizliği, güvencesizliği, her şeye açık oluşu…Barınmanın, gıda gibi birincil ihtiyaçları zâten saymama gerek yok… Sağlıktan bahsetmiyorum bile…

Bir de görünmez oluşunuz! İnsanların size bakışların, tavırları, değersiz hissettirilişiniz… Belki de diğer bütün şeylerin yanında, en acısı da bu… Sokakta tanıdığım  arkadaşlarımın çoğu; donarak, su altında, köprü altlarında öldüler… Sokaktaysan; sıranın sana gelmesini beklersin. Anılan, yası tutulan, helvası yenen; bir gün sen olabilirsin… Helva sevmem mesela…

Geceyi severim. Sokakta ise herkesi eşitler. Bakışları, bakışlardaki aşağılamayı, ötekileştirmeyi gizler gece… Kim evsiz, kim kimdir belli olmaz geceleri… Sokak insanı, geceleri uyumaz ama… Tekinsizlik daha da artar gece/ler/de… Sabaha doğru ve/ veya gün ağarınca yahut gündüz 2-3 saattir, evsizlerin uykusu…

Sokaklar Sokaklar Ah Sokaklar…

  • Ankara’dan sonra, 2-3 yıl bir şekilde ev yaşamı sürdüm dedin. Sonra, artık düzenli evsizlik hayatının, sokakta yaşamanın başlangıcı ne oldu?

Ben, ömrü hayatımda abime el kaldırmadım, kaçındım da. Sanırım 1999 veya 2000 yılıydı. Yurt dışından kuzinlerimiz bizdeydiler. Abim de neye sinirlendiyse artık (söylemezdi de derdini falan), kızgın da dönmüştü. Kızların yanında beni dövmeye başladı. Saçlarım da uzundu. Saçlarımdan çekiyor, bir yandan da dövüyordu. Yetmedi, beni arka odaya çekti. Odada ensemden tutarken, ben onu alaşağı ettim.  Gırtlağından tutup, yere yatırınca, gözleri döndü… Demek, bendim de çocukluktan beri yediğim dayakların hıncı mı birikmiş bilinmez, o da beklemiyordu bunu.

O an, kendime geldim, abim elimde kalmak üzereydi… Ben, biraz gevşetince de kafa atıp kaçtı. Anneme; ”biz bu el kaldırmaz sanıyorduk, korkuyor sanıyordum, neredeyse öldürüyordu” demiş sonradan. Düşününce yine de içime derttir, ilk ve son kez el kaldırsam da. Hak etmiş olsa da. O sıra, ayrı eve çıkmıştım, eve gelir arkadaşlarımdan çıkarırdı sinirini. Onları döverdi daha da olmadı… Evin, ailenin de ”şamar oğlanı”na çevirmişlerdi…

Abim de olsa, ben de yetişkin bir erkektim. Aramızda iki yaş var. Ben de artık, 20’li yaşlarda bir genç adamım. Bi’ dur, yeter daa… Abimin, benimle derdi neydi anlamadım? Otorite kurmak, dışarıdaki öfkesini benden çıkarma arzusu, ‘daha güçlü ve erkek hissetme’ isteği. Öğrenemedim. Çocukluğumuza dair, abimle öyle çok gülüp, oynadığımız anımda yok gibi… Varsa da gülüp, oynamışsak bile; dayağımı da yemişimdir çoğu zaman…

Yine böyle şeyler yaşanıyorken, ben artık dayanamadım, kendine de söyledim; ”Kayseri’yi terk ediyorum” diye, öyle de yaptım. Yine Ankara’ya gittim. Orada, Kasım diye arkadaşım vardı. Kasım, bir gün kafası iyiyken; öğrenci bir çocuğu gasp etmeye çalıştı. Ben, araya girip, ayırdım. Karakolluk olunca öğrenci olan ”bu da arkadaşıydı” dedi…

Kasım sayesinde, 2. cezaevi dönemine de kapı aralandı… 31 ay boşu boşuna mahpusluk hayatım da oldu. İşlemediğim suç, suçu önlemeye çalışırken üstelik, 31 ay esaret… Hayatın cilvesi, cezaevine girdiğim gün; abim, arkadaşlarımda beni arıyor, bulamıyor. O sıralar, boşanmıştı. Boşandığı eşini halen seviyordu da. Hepsi bir araya gelince; hiç içki içmemiş adam 100’lük rakıyı içip alkol zehirlenmesinden, komadan gözlerini yumuyor hayata…

Küs gitmenin, cenazesine katılamamanın, kendini suçlamanın, pişmanlığın da belki yarası içimde kapanmaz. Haberini küçük teyzem ve kocası; ”gözün aydın, abin öldü” diye vermişlerdi… Çıkınca o eniştemi dövdüm ama.

Böyle böyle olaylar ve hayat öre öre, beni sokaklara yeniden taşımayı başardı…Artık uzun sürecek evsizliğin, sokakta yaşamanın yolları açılmış oldu… Belki, abim hayatta olsaydı, ben de sokaklarda olmazdım. Dağ gibi arkamda dururdu. Ben, ona kızdım, Kayseri’yi terk ettim. O beni ararken, alkol komasına girdi…

Cezaevinden çıktım, Kayseri’ye döndüm. 1 sene kadar, günü birlik işler, kısa süreli işler devam ediyordu. Tam hayatımı toparladım, koltuk fabrikasında iş buldum, bu arada mahkemem devam ediyordu, tahliye olmuştum. Mahkemede yattığım süre de hesaba katılıp 9.5 ay daha ceza aldım mı? Yine cezaevindeydim. 6. ayında da annemi kaybettim…

Ceza bitip, tam olamasak da aile evimize döndüğümde; bomboş bir ev, üstüme gelen duvarlar… 5 kişilik aileden geriye, tek başıma kalakalmıştım. O gece, boş evde gece yarısı uyumayı başarmışken karabasan çöktü… 2-3 ay zor dayandım  zaten. Oturduğumuz ev, dedemin bahçesindeydi. Dayım, “Evi yıktırmak için adamlar yollayacağım, evi boşalt “dedi. Ya dayımı yıkacaktım ya da evi.

Ben de evi yıkmayı tercih ettim… Annemin tırnaklarıyla yaptığı evi başkasının yıkması, beni yıkardı… Özeti böyle işte… Çıkış o çıkış artık. Evi ve hayatımı yıkmayı seçtim; dayım ayakta ve hayatta kaldı. 2 çocuğu vardı. O çıkarken, ben battım… Asıl sokakta yaşamanın, uzun evsizliğin tuğlaları da, bu şekilde döşenmiş oldu…

Hayata Sarılmak

  • İstanbul hayatın nasıl başladı? İstanbul’da, ilk gecen nasıldı?

İstanbul’a gelmeden önce, 1.5 yıl kadar da Kayseri’de evsizlik hayatım oldu. Eş, dost, tanıdıklar görmesin,  Serkan yıkıldı demesinler diye; gözden uzak, viranelerde kaldım. 6 ay, yıkık bir izbede yaşadım. İstanbul’a ilk geldiğimde de bir kış günüydü. 2 yıla yakın, bir bankın altında, tek battaniyeyle uyudum… İnsanlardan o kadar soğumuştum ki; 6.5 ay, İstanbul’da hiç konuşmadım… Bakkala gitsem, istediğimi parmakla gösteriyordum.

Bakırköy Meydanı’nda, sonradan arkadaşım da olan; Gökmen’in yanında konuştum. Sokakta müzisyendi, gitar çalardı. Aslında, konuşmadım, şarkı söyledim. Sesimi tanımakta güçlük çektim. İlk kez duyuyordum, uzun zaman sonra. Gökmen; “Abi, 1 lira ver de, istediğin şarkıyı söyleyeyim” dedi. Ben de: “Sen, 2 lira ver, gitar kılıfını doldurayım” dedim, inanmadı bana.

Şahin’in “Mezarda Bitmez”ini okumaya başlayınca, bir anda çevremiz insan doldu. O nasıl ses, nasıl okumaktır diye, Gökmen de şaşırdı. “Abi, o ses, nereden çıkıyor” dedi şaşkınlığından. Gitar kutusunun kılıfı doldu tabii. 400 küsur lira toplamıştık.

Sesimi kendim terbiye ettim. Annem, 1.5 yıl konservatuarda eğitim almıştı, ben çocukken. Beni de yanında götürürdü.

  • Serkan’cığım, izninle hayatının başka bir evresine geçmek istiyorum. Seninle tanışma ve kaynaşmamıza da vesile olan Hayata Sarıl Derneği/Lokantası kadrosuna dahil olman nasıl oldu? İlk iş günün nasıldı? Uzun süre evsiz olan biri için korkuların, kaygıların var mıydı?

Bir yıldan fazla, Hayata Sarıl Lokantası’na, evsizler saatinde, yemek yemeye geldim. Hepiniz beni ağırladınız, hizmet ettiniz. Sağ olun! Hayata Sarıl Lokantası, sadece evsizlere yemek ikram etmiyor. Kadrosunda da her zaman evsizleri istihdam ediyor. Geçmişte de gerek evsiz gerek trans kadın gibi çeşitliliği de barındıran zenginliği var.

8 aylık periodlarla, yeni bir şans, meslek edindirme, hayata karışma şansı da sunuyor. Yeni mezunlarını veriyor. Şimdilerde, bu şansı yakalayan da benim. Evsizler içinden, kadroya dahil olma şansını ben yakaladım.

İlk günüm açıkçası çok gergin ve de kaygılı geçmişti. Uzun süredir evsizim, bundan ve düzensiz hayatımdan da kaynaklanan stres de yüklüydü… Kendimden değil ama yetememekten, belki mahcup etmekten korkuyordum. Çok uzun süre, sokağın o kendine has kaba yanlarını, dilini almışsın, alışmışsın… Mahcup etme korkusu daha ağırlıklıydı. Kendime güvenimde sorunum yoktu ya da başaramama gibi.

  • Gerçi biz Hayata Sarıl Ailesi’nde olma olasılığı yok ama yine de gerek müşterilerden, gerekse de mesai arkadaşlarından ”hor görülme, evsizliğinin yüzüne vurulması” gibi şeyler hissetirildi mi?

İlkokul öğrencisinden tut da üniversite öğrencisine, çeşitli meslek sahibi veya üst düzey yöneticiye, kadrosunda çok çeşitlilikte gönüllüsü var Hayata Sarıl’ın. Başlarken, bu gibi kaygılı düşüncelerle başlasam da, ne müşterilerden ne gönüllülerden ne de mesai arkadaşlarımdan negatif herhangi tavır görmedim. Yaşatmadılar, aksine hepsi kucaklayıcı, sahiplenici, dostça, arkadaşça davrandılar… Kendimi hiç yabancı hissetmedim.  Aile gibi olduk. İyi arkadaşlar edindim, iyi insanlar tanıdım. Sevildiğimi, önemsendiğimi hissettim.

  • Şimdi sen de ailenin parçasısın. Hayata Sarıl’ın kadrosundasın da. Evsizlerin saatinde, arkadaşlarına hizmet de ediyorsun mesain bittiği halde. O anlarda neler hissediyorsun? Zorlandığın oldu mu?

Çok nâdir anlar dışında ilk günden beri evsizlerin saatinde; gönüllü kalmaya özen gösteriyorum. O anda bulunmayı seviyorum. Çoğu tanıdıklarım, arkadaşlarım. Onlara hizmet etmek, doyduklarını, mutlu ayrıldıklarını görmek , beni daha da mutlu ediyor, huzur veriyor.

Bazen geç gelen ya da yemek kalmayan oluyor. Üzüntüyle tüm gece gözüme uyku girmediği geceler de olabiliyor… O saatlerde, ben aslında personel yahut gönüllü Serkan’dan öte; hep evsiz Serkan’ım… Yaşadıklarını, hissettiklerini, düşündüklerini… hepsini biliyorum, yaşadım… O anlarda, ben hâlen perdenin öteki tarafındayım.

  • Şimdi, “perdenin” her iki tarafını da deneyimlemiş Serkan için Hayata Sarıl Derneği/Lokantası neyi ifade ediyor desem?

Evsiz Serkan için: Her akşam, günde bir kere de olsa (evsizlerin yarısı, belki çoğu kimseden bir şey isteyemez, yemek isteyemez, ötekileri ise  yırtıktır… bildiğim gerçeklerdir), karnımın doyacağı, hor görülmeyeceğim, saygı göreceğim, insanca bir mekan.

Personeli olmuş, eski evsizseniz de: Dünya demek… Aile, aileden olmak demek… Hayatla yeniden bağ kurabilmek, şans yakalayabilmek demek… Gelecekten umut etmek demek…

Ben, “arafta gibiyim…” Bir tarafım cennet, bir tarafım cehennem… Duvarın, perdenin iki tarafını da deneyimledim. Birine yeni başladımsa, öbür tarafın da “ansiklopedisini yazarım…”

5afd158d-0d22-45f2-84ea-51e2a19f4fea.jpg

  • Ayşe Tükrükçü ne ifade ediyor Serkan’a ?

Abla, dost. Aynı dili konuşabilmek… Kısa da olsa evsizliği yaşadığı için; söylenmeyeni anlaması… Kadının evsizliği daha zor. Bir kadının, bir gün geçireceği evsizlik; erkeğin 10 yıl evsizliğinden daha çok şey… Yeni hayatımın ilk adımı da. Açılan kapının kapısı… Dünyam! Hayatıma kapı açmasından da öte. Anlatacak kelime bulmak zordur.

  • Uzun süreden sonra, özel alana, dört duvarlı bir eve sahip oldun. Evinde ilk gecen, nasıl geçti?

Tam özel alan, ev denemez. Bir apartta kalıyorum. Ev sahibim, sürekli orada. Katı kuralları var! Yok hayvan getiremezsin, şunu yapamazsın, bunu yapamazsın gibi gibi. Her ne kadar, odamın kapısı olmasa da perdeyle bölmüş olsam da başının üzerinde bir tavan olması ile iyi ve güvende hissettiriyor. İlk gece uyuyamamış olmama rağmen… Gerçi, henüz geceleri uyumayı başaramadım. Gece bir sokak  köşesinde, ölümü beklemekten, belirsizlikten yine de çok iyi elbet.

Evdesin, evin, işin veya yeniden deneyimlediğin şeyler var ama ben yine de çok fazla rahata ve konfora alışmamaya dikkat ediyorum. Bir gün, “tamam buraya kadardı” denirse, o duruma gelirsem; sokağa uyum sağlamam kolay olsun… Sokağı biliyorum zaten, antrenmanlıyım. Gitmekten de gerekirse korkmam…  Hayatta her şeye hazırlıklı olmak da lazım. İhtimaller hep olabilir.

  • Az önce bir şey söyledin; ”gitmek gerekirse, korkmam…” Henüz, hayata karşı bir direnç oluşmadı mı? Burası olmazsa, başka yerde mücadeleme devam ederim, noktasına gelemedin mi?

Biraz insanlara bağlı. Bir yerde olumsuz ya da negatif bir şey yaşayınca, gideceğin yerde de aynı şey/ler/i bekliyorsun… Benim kırgınlığım insanlara karşı değil artık; hayata… Bu noktaya kadar, hayatın ters köşelerine denk gelince, direnç kazanmak hemen kolay olamıyor. Hep tetikte bekler oluyorsun…

İnsanlardan ve hayattan çok darbe yiyince; “bir ayağın kapıda”sın. Öyle bir şey gelişirse de, sokağa geri dönmek, bana koymaz gibi geliyor… Öbür taraftan da sanki bu “normal” bir şeymiş gibi de düşünüyorum… Normal bir durummuş veyahut da benim hayatımın normaliymiş…Sanki, ‘ben uzaylıymışım’ ve insanlara ayak uydurmalıymışım gibi hissediyorum. Bir uyumsuzluk var!

  • Mutlaka, kışları açılan, evsiz barınağına da gitmişindir. Biraz oradan bahseder misin? Son sorum olsun…

1000-1500 kişinin bir yere doldurulması… İçeride, evsizlerden bir koğuş ağası. Ağanın eşi dostu kimse, onlar içeride , koğuşta. O insanlardan birisi değilsen de; merdivenlerde, merdiven boşluklarında “matların” üzerinde (mat: spor ya da yoga vs yaparken yere serilen, süngerimsi bir materyal) yatıp, kalkıyorsun.

Yöneticileri değil ama hizmetlileri, güvenliği kaba, seviyesiz, şiddet yanlısı genelde… İnsan sayılma şansın yok gibi… Kafanın üzerinde çatıdan çok da fazlası değil yani. Uzun kuyrukları olan, doktor hizmeti bir de.

  • Serkan’a göre, evsiz/evsizlik sorununun çözümü zor mu? Günün birinde, çözüm bulunur mu?

Sorunun çözümü zor değil de çözüm bulunacağına dair umudum yok ne yazık ki… O yönde, bir sinyal de almıyorum, bulunduğum taraftan da…

Serkan’ın hikayesi böyleydi, sevgili dostlar. Mutlaka sorulacak çok soru, anlatılacak çok konu ve hikaye vardı. Ben, mümkün olduğunca, kendi en çok merak ettiklerim başta olmak üzere, sizlerin de sormayı arzu ettiğiniz soruları sormaya, cevaplarını bulmaya çalıştım. 

Hayatının yarısını sokaklarda geçirmiş bir adamın, tüm hayatını, acılarını, kırgınlıklarını, küskünlüklerini, iç çekmelerini, kaygılarını, hayatla bağ kurup, bağın koptuğu anları, en derinine inerek yazmak mümkün olamadı.

Kuş bakışı belki, belki de kaba taslak. Serkan’ı tanımanıza, s/empati oluşturabilmenize aracı olmaya çalıştım. Becerebildiğimi ummak istiyorum. Sesini duyabilmenize, duyurabilmeye aracılık etme görevini üstlendim.  Zorlu bir görevdi. Eksikler, kusurlar mutlaka olmuştur. Hem önce Serkan’a, sonra da siz okurlarımıza özürlerimi de sunuyorum.

Tüm kırgınlığına, gücenikliğine râğmen, oldukça umutlu aslında, olmalı da elbet. Sizlerin okurken, benim sorarken zorlandıklarımı, yaşayanın yaşadığın, nasıl yaşadığını düşünmek…

Serkan, her ne kadar, şu anki konuğumuz olsa da, Serkan/lar tek değil acıdır ki… Sesi olmaya, sözü olmaya, kendini anlatmaya elimden geldiğince çaba harcadım. Tek yazıyla, tek insanla bir farkındalık oluşturulamaz kuşkusuz ki.

Belki, birilerimizin penceresini genişletir. Algılarında seçiciliğe yol açar. Çevremize daha dikkatli bakmamıza, öncü olur. Görmediklerimizi görmeye başlayınca; hiç ummadığımız insanların evsiz/gizli evsiz olduğunun ayırımına ulaşabiliriz…

Ben, 5.5 yıldır evsizler merkezli, dezavantajlılara yönelik, iki STK’da gönüllüyüm. Bazı bazı, benim bile kafam karışır, kimlerin evsiz olduğunu gördükçe… Yanlarından geçtiğim gizli evsizleri keşfettikçe…

Röportaj sırasında, Serkan’la da konuştuk, fikirlerini ve de desteğini de aldığım, kafamdaki bir projeyi de burada açıklayayım. Ne kadarını başarırım, başarabilir miyim, zaman gösterecek.

Evsizler merkezli çalışan, onların içinde olan, yakınen çoğunu tanıma şansı bulmuş birisi olarak ve de bir borç hissiyle; evsizlerin sesini, hikayelerini röportajları çoğaltarak; bilinir ve görünür kılma arzusundayım. Dilerim ki; altından kalkabileyim, sesleri olabileyim, sizlere ulaşabilsinler, ulaşalım…  İyi dilekleriniz ve destekleriniz de beni, bizi daha da güçlendirecektir. Şimdiden teşekkürlerimle.

Daha çok çevremizi, çevremizdeki insanları görerek, gözeterek, duyarak, umursayarak, kapsayarak, sararak yaşamı ve hayatı daha da yaşanır kılabiliriz. Kendimiz adına da doğuştan adaletsizliğe mahkum olan, öte mahallelerin, arka mahallelerin çocuklarına da.. 

Sevgi, bölüşüm, dostluk , dayanışmada buluşup, kenetlenebilirsek; dünya hepimize yetmez mi?  Nefes almak, herkese haz verip, daha da mutlu kılmaz mı? Dost sıcağında ve sevgiyle kalın…

Bir Cevap Yazın