AH BU DEĞİŞMEYEN DEVLET VE MEMURLUK SORUNLARI

Geçmiş günlerden gelen olaylar ile bugünleri karşılaştırdığımızda aslında hiçbir şeyin değişmediğini, hiçbir şeyin iyiye gitmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini bir kıyas yaparak anlatayım mı?

1976, Mayıs ya da Haziran ayı. Tavşanlı PTT Müdürlüğü bünyesinde göreve başlayalı çok kısa bir süre olmuş. O dönemde 657 sayılı maddedeki Devlet Memurları Kanunu’na göre önce 6 aylık deneme sürecini geçirmek gerek. Ondan sonra asalet tasdik olur, gerçek memur olarak kadroya atanırdınız. Bendeniz de bu sürecin tamamlanması için beklemekteydim. Bizde hizmet 7/24 olduğu için hafta sonu da çalışmak durumundayız tabii ki. Nöbetçi olarak telgraf ve post gişeleri, dağıtım servisi görev yapmakta, ben de posta gişe memuru olduğumdan Cumartesi mesaime başladım.

Öğlene doğru telgraftaki nöbetçi arkadaş “Yemeğe gidiyorum beni idare ediver” deyince yalnız kaldım. Genelde pek gelen giden olmaz hafta sonu, keyif günüdür zira ilçede. Hani bahtsız bedevi derler ya benimki o hesap. Kapıda lacivert takım elbiseli bir grup göründü. En öndeki direkt bankodan içeri girmeye teşebbüs edince ben hemen engelleyip “Beyefendi giremezsiniz, burası resmi daire” dedim. Hay demez olaydım. “Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun?” dedi kelli felli adam. Ben de “Bilmek zorunda mıyım kim olduğunuzu?” deyince “Ben PTT Genel Müdürü’yüm. İçeri de giderim, her yere de giderimi çabuk bana müdürünü çağır” dedi. Sanırım peşindekilere bir gövde gösterisiydi bu.

Müdür beyi aradım evinden. Gelip tüm ekibi odasına götürdü onları ağırlamak için. Oysa bugün hafta sonu, tatildi ya neyse. Onlardan kurtulup yerime oturmadan içeriye Nazlı Ilıcak, Yavuz Donat, Derya Sazan’ın da aralarında olduğu bir gazeteci grubu daldı telaşla ve heyecanla. Meğer o gün Başbakan Süleyman Demirel ve bazı bakanlar Tavşanlı Kayaboğazı Barajı’nın temelini atmaya gelmişler. Malum o yıllarda Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin oluşturduğu Milli Cephe iktidardaydı. Ve Başbakan hemen her gün bir yerlerde temel atıyordu.  

İçeriye gelen herkes gazetelerine bağlanıp haber geçmek istiyorlardı. Oysa bizde sadece iki telefon kabini vardı ve basının da acelesi çok mühimdi. Haberi geçip Demirel’in kadrosuyla geri dönmeyi planlamışlar tabii. Sürekli Demirel’i takip etmekle görevli gazetecilermiş ve konvoydan kopmak istemiyorlardı haklı olarak. O sırada diğer nöbetçi personel yemekten gelip curcunayı görünce şaşkınlık içinde hemen posta şefini evinden çağırdı. Birlikte servisteki telefonları da gazetecilerin hizmetine sunarak sorunu çözdüler. Saat 15.00 gibi daha kaç kez tekrarlanacağı bilinmeyen baraj temel atma töreni tamamlanmış, devlet ve erkanı ilçeyi terk etmiş, bizler de derin bir nefes almıştık. Hatta müdür gelip hepimize teşekkür etti. Günü sorunsuz geçirmiştik. Kimbilir belki Ankara’dan bir teşekkür ya da tebrik alırdık, belli mi olur?

Bu arada ben de gel git 6 ayımı tamamladım. Benim niyetim asaletim tasdik olur olmaz Kütahya’ya, ailemin yanına tayinimi istemek ve onlarla birlikte yaşamaktı. Tavşanlı genç bir kadın için hiç de yaşanacak bir yer değil. Oldukça tutucu hatta geri kalmış denebilir. Aynı zamanda siyaseten sağ görüşlü insanların çok olduğu bu ülkede son sözü her daim Ülkü Ocakları Başkanı söylüyor. Zira Başbuğ ve Alparslan Türkeş düşünceleri milliyetçi iktidar cephesinin ortağı. Bu size bir şey hatırlatıyor mu acaba?

Temmuz ayının ortaları gibi müdür bey beni odasına çağırdı. Ben keyifle asaletimin onaylandığı düşünerek koşarak gittim ama orada beni başka bir sürpriz bekliyordu. İçeriye girince müdür bey elime sarı bir zarf tutuşturdu. “Bak bakalım içine ne var?” dedi. Heyecan ve merakla zarfı açtım ve maalesef ki içinden devlet memurları yasasının ilgili maddesinden ceza aldığımı okuyunca şaşkına döndüm. Ben ne madde bilirim ne de içerik. Müdür beye sorunca “Bu senin asalet işi beklemede, cezaya göre maaşından kesinti olacak ama deneme süren devam edecek” deyince gülsem mi ağlasam mı, sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.

Sevgili devletimiz bana memuriyet hakkı vermeden önce cezayı layık görmüştü. Sebepse görev bilinciyle davranmamdı herhalde. Hani içeriye kimseyi almadım ya… Ne bileyim ki? 17 yaşında biriyim ve bu işlerden hiç anlamıyorum. Resmi dairede daha 4-5 aylık bir memurum. Galiba Genel Müdür Bey birlikte geldiği kişilere gövde gösterisi yapmak adına mı yoksa onların önünde küçük düştüğünü düşünerek mi bilemiyorum, bana ceza verilmesini istemiş personelden. Hiçbir maddeye sığdıramayınca önlüğüm yok diye giyim kuşamdan basmışlar cezayı bana. Yoksa tüm nöbetçi personele ceza verilmesi gerekirdi. Neyse, onlara bir ödül olmasa da teşekkür gelmiş. Ben de teselli olarak işten çıkarmadıklarına sevindim tabii ki.

Eylül ayının başı gibi nihayet asaletim onandı. Artık ben de bir devlet memuruydum ve tayinimi isteyebilirdim özgürce. Tabii ki öyle dilekçeyi verince de tayin olamıyorsun. Çoğunuz bilmez böyle bir prosedürü. Dilekçeyi verirsin, verimli bir personelden mahrum kalmak istemeyen müdür bey dilekçeyi sümen aldı yapar, bir müddet tutar sonra baş müdürlükteki ilişkilerini kullanıp biraz da orada tutturur. O kağıt parçası öyle dolaşarak zaman geçer gider. Eğer senin derdini anlatacak bir muhattabın yoksa aynen geri döner reddedilmiş olarak. Tabii babamın devlet memuru olmasıyla tanıdığı bazı kişilerden ricacı olunca Ekim ayında tayinim Kütahya’ya, maalesef pek istemesem de PTT Şehirlararası memuru olarak çıktı. Sonunda aileme kavuşuyordum. Tavşanlı’dan gideceğime de çok seviniyordum.

Yine de ben gişe memurluğu yapmak istiyordum. Hani o eski filmlerde gördüğümüz santral odasına tıkılı kalarak 2.5-3 yılımı geçirdim. Daha sonra çok çekişmeli bir şekilde tekrar eski işime, gişe memurluğuna geri döndüm. Kimbilir belki o gişe memurluğuna gelişimi de anlatırım bir ara. Bende hikaye çook oku oku bitmez. Aslında hepimizin çok farklı, çok değişik hikayeleri olmuştur bundan eminim.

Ben bütün bunları niye mi anlattım? Hani derler ya devlette devamlılık esas… 1980’den önce de kaos karmaşa vardı, ondan sonra da devam etti bu. Hani o gerici-yobaz dediğimiz o kitle maalesef elini hiç çekmedi, her dönemde iktidardaydı. Her iktidar olan da parça parça soydu devletin kasasını. Muhalif olan personel hiç gün yüzü görmedi. 99 yıllık Cumhuriyet tarihinde hepsi hepsi her türlü sürgün, ceza, işten atılma gibi pek çok mobinge maruz kaldılar. Son dönemde de pek çok devlet memuru ve özel personel saçma sapan sebeplerden, KHK denilen yeni uydurulmuş bir yasa ile işlerinden oldu ve hala işlerini geri alabilmek için hukuk mücadelesine devam ediyorlar.

Bu yazıyı yazmak için oturduğumda yine devlet erkanından mahrum bir muhalefetin oraya buraya çekiştirdiği bir şekilde kutlanan 30 Ağustos günü yaşanıyordu. Bir gün gerçekten kurtuluşumuzu kutlar mıyız bilmiyorum. Yobazın, hainin, hırsızın, yalancının iktidara çıkamayacağı günlere çıkar yolumuz. Siz de bunu istemez misiniz?

Bir Cevap Yazın